Kitap Hakkında
Sokaktaki sıradan insan dahil iyi kötü eli kalem tutan, kitap okuyan ve okuyup yazanlara kadar toplumun her kesiminde ‘Türkiye’nin en önemli uluslararası sorunları nelerdir?” şeklinde bir soru yöneltilse muhtemelen cevapların büyük bir kısmı Ermeni Sorunu ve terör dışında Yunanistan’la ilgili olacaktır. Her iki ülkenin tarihine 100 yıl arayla 1821 ve 1921 tarihlerinde “Yunan Direnişi’ veya “Yunan Ayaklanması” olarak geçen, ardından “Asia Minor Disaster/Küçfik Asya Felaketi” veya “Türk Milli Mücadelesi” olarak adlandırılan mücadeleler aynı olaylara iki toplumun farklı bakış açılarını gösterme anlamında da sosyolojik/tarihsel bir atölye çalışması gibidir. İngiltere’nin 1878 sonrasında Rusya karşısında Osmanlı İmparatorluğuna destekleme projesinden riskli ve masraflı olduğu gerekçesiyle vazgeçmesinin ardından bugünkü Avrupa’nın sınırlarını Akdeniz’e çekmesi ve İskenderun Körfezi’nden Cebelitarık Boğazı’na çekilecek bir hattın üzerindeki bütün adaları ele geçirmesi ve ardından Ortadoğu’nun Kuzey Afrika sınırları içinde bulunan Cezayir, Fas, Mısır, Tunus gibi ülkelerinin de İngiltere yanında Fransa tarafından alınması stratejik planlamanın bir parçasıdır. Ardından Kafkaslardan gelecek Rus tehlikesi için Ermenileri, Balkanlarda ve Batı Anadolu bölgesinde Yunanları, Karadeniz’de de Pontusçu Rumları kullanmaktan çekinmeyen İngiltere’nin bu yaklaşımı sonrasında Yunanistan bir anda kendisini 15 Mayıs 1919 tarihinde Anadolu coğrafyasında bulur. Anadolu’ya kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen bu süreç yaklaşık 900.000 masum ve sivil Türk insanının katledilmesine, 600.000 kadarının da evlerinden zorla sürgün veya göç ettirilmesiyle devam eder. Mustafa Kemal’i Atatürk yapacak olan 3 yıl, 4 ay, 20 gün süreli Milli Mücadele’nin sonunda 9 Eylül 1922 günü Yunanlar bu toprakları terk ettiklerinde bir tarafta yanmış yıkılmış Anadolu coğrafyasında küllerinden yeniden doğmaya çalışan genç bir Türkiye Cumhuriyeti devleti, bir tarafta da savaşın yenilgisine sorumlu arayan yöneticilerini idamla yargılayan bir Yunanistan söz konusudur.
Balkanlarda her iki ülkenin stratejik pozisyonu ve emperyal güçlerin bu coğrafyaya yönelik farklı senaryolarını bilen Mustafa Kemal Atatürk yanında büyük bir devlet adamı olarak tarihe geçen Elefterios Venizelos’un akılcı ve barışçı yaklaşımları 1930’lu yıllarda her iki ülke arasında çok geniş kapsamlı işbirliği antlaşmalarının imzalanması yanında muazzam dostluk rüzgarları da estirir. Bunun sonucu olmak Megali İdea düşüncesinden vazgeçtiklerini açıklayarak muhaliflerinin tepkisine yol açan Venizelos 1934 yılında Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterir. İki ülke arasındaki dostluk bağları İkinci Dünya Savaşı döneminde en çok Yunanistan’ın işine yarayacaktır çünkü 1939’da önce İtalyanların ve hemen ardından Nazi işgal güçlerinin işgal ettiği Yunanistan kendi tarihine “Büyük Açlık Dönemi” olarak geçen süreçte açlıktan inim inim inlerken, Selanik ve Atina gibi büyük kentlerde açlıktan her gün 3.000 kişi hayatını kaybederken. Yunan devleti’nin eğer bulabilirse kendi insanına günlük sadece 6 gram un tahsis edebildiği, sokaklarında açlıktan hayatını kaybetmiş insanların cesetleri olağan hale gelmiş bir ülkeyken yardım elini uzatan ne ABD. ne İngiltere ne de bir başka Avrupa ülkesi olmuştur. Savaşın acılarını yakından bilen İsmet İnönü’nün uzak görülü bir devlet adamı olarak ince ve kıvrak zekasıyla savaşa girmeyen, ancak savaş ekonomisi nedeniyle sıkıntılı günler geçiren Türkiye Cumhuriyeti devleti kendisine yakışır bir devlet adabı göstererek geçmişin üzerine bir sünger çekmiş ve acılar ve açlıktan kıvranan Yunanistan’a 1939-1949 sürecinde tuzdan una, askeri malzemeden sağlık hizmetine kadar her türlü yardımı göndermiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında binlerce Yunan insanının birbirini katlettiği bir iç savaş ve Yunanlar farkında olmasa da İngiltere’nin —neredeyse- işgaline uğrayan Yunanistan’ın 1950 yılında ekonomisi dibe vurmuş, ekecek toprağı yokken, bankalarında sıfirlanmış bir bütçesi söz konusuyken her işi bırakıp Birlemiş Milletlere müracaat etmesi ve Kıbrıs adasını talep etmesi de tıpkı 1919 yanılgısına benzemektedir. İşgal yıllarında kurulan ve Nazi işgal güçlerine karşı mücadele eden EAS, ELAS, EDES gibi komünist örgütler yanında Grivas isimli Anadolu’da da Kuvayı Milliye güçlerine karşı savaşmış Kıbrıs asıllı bir subay tarafından kurulan X isimli faşist bir örgüt ise bırakın işgalcilere karşı koymayı, doğrudan Almanlara işbirliği teklifinde bulunmuştur. En basit şekliyle vatan hainliğiyle örtüşen bu davranış cezalandırılmadığı gibi Yunanistan 1950 sonrasında bütün bu örgütlerin üyelerine onur madalyaları takmıştır ve bu madalyalardan alanlar arasında Grivas da vardır. Bir vatan hainine neden madalya takıldığı sorusu ise cevabını 1 Nisan 1955 tarihinde Kıbrıs adasında Yunanistan destekli olarak Grivas’a kurdurulan EOKA tedhiş ve terör örgütü adayı kan gölüne çevirmeye başladığında bulacaktır.
Kıbrıs adasında 1960’a gelinceye kadar yaşanan acılar Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ile de kurumamış, yeni devleti Yunanistan’a ilhak için bir atlama tahtası olarak gören Makarios ve Grivas yüzünden bu devletin ancak 3 yıllık bir ömrü olmuştur. Sonrasında 1964 Erenköy müdahalesi, 5 Haziran 1964 tarihli nezakete sığmayan ABD’nin Lyndon B. Johnson imzalı mektubu, İsmet İnönü’nün “Dünya yeniden kurulur ve Türkiye yeni dünya düzeninde yerini alır.” karalılığı, 1967 Geçitkale ve Boğaziçi saldırılarının ardından Nikos Sampson’un 15 Temmuz 1974 tarihli de facto darbe girişimi ve kendisini cumhurbaşkanı ilan etmesiyle Kıbrıs adasının tarihinde yeni ve kanlı bir sayfa açılır. Türkiye’nin garantör devlet olarak meşruiyet içerisinde 20 Temmuz 1974 günü başlattığı askeri harekat adayı İngiliz üsleri bir kenarda tutulursa fiilen ikiye böler.
Ardından önce Kıbrıs Türk Federe Devleti ve 15 Kasım 1983 günü de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ortaya çıkar. Özellikle Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında iyiden iyiye gerginleşen Türk-Yunan ilişkileri Adalar Denizi. adacıklar, kayalıklar, 12 Mil, FIR Hattı, Azınlıklar, Ruhban Okulu, bir dönem Yunanistan’ın bölücü teröre verdiği destek, son dönemde Türkiye’nin AB üyeliği ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin meşruiyeti bağlamında yeni bir sürece girer. Bütün bu sorunları ve Türk-Yunan ilişkilerinin farklı safhalarını irdeleyen bu çalışma bu bağlamda son derece önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Çalışmaya birbirinden değerli araştırmalarıyla destek veren araştırmacılar Oğuzhan Taşan “Avrupa Birliği’nin Akdeniz Politikası”, Hakan Sezer “Anamur’dan KKTC’ye Su Projesi”, Semanur Bilgiç “Kıta Sahanlığı ve Yunanistan-Türkiye Arasındaki Mutabakatlar”, Ece Peker “Annan Planı ve Kıbrıs Sorunu”, Veysel Koçkuzu ve Melih Aras “Dünden Bugüne Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletler Barış Gücü (UNFICYP)”, Furkan Özyurt “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihinde TMT”, Özkan Taşkın “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihinde EOKA”, Salih Metecan Gülşen “Kıbrıs’ın Realizm mi, Liberalizm mi; İnşacılık ve Realizm Çerçevesinde Kıbrıs Sorunu”, Hazal Şen “Kıbrıs’ta Erenköy Mücadelesi ve Erenköy’ün Varoluşu”, Emine Hatip “1990 Sonrası Türk-Yunan İlişkilerinde Yumuşama Adımlarına Kesitsel Bir Bakış”, Serkan Aktaş “Doğu Akdeniz’de AB-ABD-NATO Çatışması” ve “Ege Sorunu Bağlamında Türk-Yunan İlişkileri”, Kutay Tevfik Karagöz-Çağatay Çakmakçı “Türk-Yunan ilişkileri Bağlamında FIR Hattı Sorunsalına Kesitsel Bir Bakış”, Ulvi Keser “Uluslararası İlişkiler Bağlamında Dünden Bugüne Türk-Yunan Algılamasında Mustafa Kemal Atatürk”, Saime Şanlı “Uluslararası ilişkiler Bağlamında Güvenlik ve Strateji Boyutunda Akdeniz”, Rıdvan Bal “Rauf Raif Denktaş’ın Anılarında Türk Silahlı Kuvvetleri”, Gökhan Ak “Megali İdea, Hissiyat, Önyargı ve Güvensizlik Fenomenleri Bağlamında Türk-Yunan İlişkilerine Bir Bakış”, Muharrem Özdemir “Kıbrıs’ın Tarihi içerisinde Türk Milli Mücadelesinin Özlemleri, Acılar ve Anılar”, Oğuzhan Taşan ve Ufuk Coşkun “İsrail’in Akdeniz’deki Hedefleri Üzerine Kesitsel Bir Bakış”, Yasin Baş, Burçin Gülbudak ve Merve Sevinç “Cumhuriyetin Kuruluşundan 1974 Kıbrıs Barış Harekatına Kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Politikası” başlıklı yazıları için kendilerine gönülden teşekkür ederim.
Amatör bir ruhla ancak ortak bir dayanışma ruhunun ortaya çıkardığı çalışma şüphesiz alanın birçok eksikliğini ortadan kaldıracak kaynaklarla bezenmiştir. Bu çalışmaya katkı ve destek veren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden Dr. Rıdvan Dal ve Muharrem Özdemir dışındaki bütün araştırmacıların Atılım Üniversitesi mensubu olması ise bir başka kayda değer noktadır. Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü lisans, yüksek lisans öğrencileri ve Sosyal Bilimler Enstitüsünde tez çalışması yapan araştırmacıların bilim dünyasına gelecekte de önemli katkıları olacağını ümit ediyorum. Çalışmaların bu çerçevede değerlendirilmesini temenni ediyorum. Makalelerde araştırmacılar tarafından ortaya konan düşünceler şüphesiz onların fikirleri olmakla birlikte bilimsel bir çalışma ortaya koymanın sevinci ve gururu onların, olası yanlışlar ve eksiklerin sorumluluğunun da şahsıma ait olduğunu belirtmek isterim. Son olarak bu çalışmanın ortaya çıkmasında her türlü desteği veren başta araştırmacılar olmak üzere herkese gönülden teşekkür ediyorum.
Dostlukla kalın.
Doç. Dr. Ulvi Keser
6 Mart 2012
Ankara
Yorumlar
İlk Yorumu Ekle